Bu makale Op. Dr. Hüseyin ACAR tarafından üveit hastalarını ve onların yakınlarını hastalıkla ilgili olarak genel anlamda bilgilendirmek için kaleme alınmıştır. Konuyla iligili spesifik bilgi edinebilmek ancak kendisinin veya bu konuda uzman birisinin hastayı muayene etmesi ile mümkün olabilir.
Üveit hastalığını daha iyi anlayabilmek için gözümüzün yapısı ve görevini nasıl yerine getirdiği ile ilgili biraz bilgi sahibi olmak gerekir. Gözümüzün temel fonksiyonu kendisine gelen ışığı kornea ve lens yardımıyla retina üzerine odaklamak ve ışığın burada meydana getirdiği uyarıları görme siniri aracılığı ile beyindeki görme merkezine aktarmaktır. Bunu sağlayabilmek için gözü oluşturan yapıların uyum içinde çalışması gerekir. Gözümüz temel olarak 3 tabakadan oluşur.
a. Sklera: Gözümüzün en dış tabaksıdır ve bir kabuk gibi gözün içindeki yapıları korumakla sorumludur. Ön tarafta şeffaflaşarak kornea adını alır.
b. Retina: Gözümüzün en iç tabakasıdır ve sinir hücrelerini barındırır.
c. Uvea : Sklera ve retina tabakası arasında bulunur. Bol miktarda damar içerir ve temel görevi retinayı beslemek ve metabolik açıdan destek olmaktır. Koroid, silyer cisim ve iris (gözümüzün renkli kısmı) olmak üzere 3 bölümden oluşur. Üveit hastalığının etkilediği esas bölgedir.
Şekil 1: Gözümüzün temel yapıları. Üveit hastalığı; gözümüzün iç ve dış tabakaları arasında kalan uvea dokusunun çeşitli nedenlere bağlı olarak meydana gelen iltihabıdır. Uvea dokusu önden arkaya doğru 3 bölgeye ayrılır ve iltihabın esas etkilediği kısma göre üveit alt gruplara ayrılabilir.
Üveit gözümüzün uvea tabaksının iltihabıdır. İltihap vücudumuzdaki savunma hücrelerinin bir bölgede toplanmasıdır ve bunun çeşitli nedenleri vardır. En önemli nedeni o bölgede vücudumuza dışarıdan giren mikroorganizmaların bulunmasıdır ve doğal olarak savunma hücreleri o bölgeye giderek bu ajanları yok etmeye çalışırlar. İkinci neden ise vücudumuzdaki savunma hücrelerinin orada bulunan bazı dokuları yabacıymış gibi algılayarak onlara saldırmalarıdır. Bu saldırı sadece gözümüze değil aynı anda vücudumuzdaki diğer organlara da olabilir. Üçüncü en sık neden ise savunma hücrelerinin kanserleridir. Gözde veya vücudun diğer bölgelerinde bulunan savunma hücrelerinin kontrolsüz şekilde çoğalmaya başlamaları sonucunda meydana gelir. Temel olarak bu üç neden üveit vakalarının çoğundan sorumludur ve bunlarının hangisinin esas neden olduğunun anlaşılması tedavide kritik rol oynar.
Uvea tabaksının 3 alt bölümden oluştuğundan az önce bahsetmiştik. İltihap bu alt bölümlerinin sadece birini etkileyebileceği gibi birden fazla bölgeyi aynı anda veya farklı zamanlarda etkileyebilir. Tüm bunlar göz önüne alındığında üveit hastalığını 4 alt gruba ayırmak mümkündür;
a. Ön üveit (iridosiklit): İris ve silyer cisim bölgesinin tutulmasıdır. Genellikle iyi huyludur ve tedaviye iyi cevap verir. Hastaların yaklaşık yarısında altta yatan bir neden bulunamaz, geri kalan yarısında ise Ankilozan spondilit gibi iltihaplı eklem hastalıkları altta yatan nedendir.
b. Orta üveit : Uvea tabakasının orta kısmını tutar. Gençlerde daha sık görülür. Bazen multipl skleroz (MS), sarkoidoz ve iltihaplı barsak hastalıkları ile birlikte görülebilir.
c. Arka üveit: Kabaca retina tabakasının altındaki uvea bölgesinin tutulması olarak tanımlanabilir. Genellikle retina tabakası da hastalıktan etkilendiği için kalıcı hasarla birlikte olabilir. Eğer etkilenen retina bölgesi görme merkezine (sarı nokta) çok yakın değilse hastaların görmesi çok etkilenmez. Behçet hastalığı, sarkoidoz, toksoplazmoz en sık nedenlerdendir.
d. Panüveit: Tüm uvea tabakalarının etkilenmesidir. En ağır formu oluşturur ama nadir görülür. Behçet hastalığı, sarkoidoz ve sfiliz bu tabloya neden olan olan başlıca hastalıklardır.
Üveit etkilediği bölgeye bağlı olarak farklı belirtilere yol açar. Eğer ön bölgeyi etkilediyse kızarıklık, ağrı ve ışıktan rahatsız olma esas şikayetleri oluşturur. Orta bölgenin etkilenmesi durumunda ise hasta hareket eden siyah cisimler görür, görme nadiren etkilenir. Arka ve panüveitte ise görme azalması esas problemdir.
Üveitin tanısı muayene esnasında göz doktoru tarafından konulur. Erken dönemde eğer hastalık tablosu tam oturmamışsa tanı koymada zorluklarla karşılaşılabilir. Üveit tanısı konduktan sonra yapılması gereken şey bunun alt tipini yani uveanın hangi bölgesini tuttuğunun tespitidir. FFA* ve OCT** gibi göz tetkikleri bize tutulan bölgeyi ve altta yatan olası nedenleri araştırırken yardımcı olur. Altta yatan nedenin tespitinde bize yardımcı diğer bir yöntem ise göz içi sıvısının*** tanısal amaçlı alınarak incelenmesidir. Altta yatan nedenin tespiti tedavinin bel kemiğini oluşturur.
*FFA göz anjiosudur, teknik ve riskler açısından kalp anjiosundan çok daha kolay ve güvenlidir. FFA’da kolumuza bir damar yolu açılır ve buradan florosein denilen bir madde verilir. Bu madde gözümüzdeki damarlardan geçerken çekilen filmler vasıtasıyla etkilenen bölgelerin tespiti yapılır.
**OCT gözümüzün tabakalarını detaylı biçimde gösteren bir tetkiktir. Ultrasonun ışıkla yapılan türü denilebilir. Hastaya herhangi bir girişim yapılmaksızın sadece gözünün resmini çekmekten ibarettir
*** Bazı durumlarda altta yatan nedeni bulmak için gözün ön kısmında bulunan sıvıdan veya arka kısmında bulunan vitreus adı verilen jelden bir miktar alınarak incelenmek üzere laboratuvara gönderilir.
Şekil 2: FFA ( göz anjiosu). Bu tetkik bize gözümüzün damar yapısı ve göz içi iltihabın derecesi ile ilgili bilgi verir.
Şekil 3: OCT tetkikinde retinanın tabakaları daha ayrıntılı incelenebilir.
Üveitin en kritik noktası tedavisidir. Bunun nedeni altta yatan olası nedeni tespit etmekteki zorluklardır. Hasta bize ilk başvurduğu anda hastalık tablosunun tam oturmamış olması ve gelişen teknolojiye rağmen tanı koymada istenilen seviyede olmamamız bu durumun esas nedenleridir. Altta yatan nedenin tespit edilmesi çok kolay olmadığından dolayı bazen hekim sadece muayene bulgularına ve klinik tecrübesine göre karar vermek zorunda kalabilir. Az önce de bahsettiğim gibi altta yatan nedenler birbirinden çok farklıdır. Örneğin mikroorganizmalara bağlı üveitte antibiyotik kullanmak gerekir ki vücudun savunma sistemine yardımcı olalım. Vücudun kendine saldırmasıyla ortaya çıkan üveitte ise bağışıklık sistemini baskılamak gerekir. Biz enfeksiyonun neden olduğu üveite doğru tanıyı koyamazsak ve vücudun bağışıklık sistemini baskılamaya kalkarsak hastalığı tedavi etmemiz mümkün olmayacaktır. Elimizdeki tanı yöntemlerinin istenileni karşılayamaması nedeniyle altta yatan nedenin bulunamadığı durumlarda biz hastanın tedaviye cevabına bakarak doğru yolda olup olmadığımızı kontrol ederiz ve istediğimiz cevabı alamıyorsak tanımızı tekrar sorgular ve uygun tedaviyi bulmaya çalışırız.
Tedavideki diğer prensip ise ilaçların uygulanma yöntemi ile ilgilidir. Şöyleki:
a. Ön üveitlerde eğer altta yatan başka bir hastalık yoksa damla tedavisi çoğu zaman yeterlidir. Genellikle kortizonlu damlalar kullanılır. Kortizonlu damla tedavisinde en kritik nokta hastanın damlayı azaltarak kesmenin önemini anlamasıdır. Aksi taktirde hastalık tekrarlayabilir. İltihabın şiddetli olduğu durumlarda ise damla tedavisine ek olarak veya tek başına göz çevresine veya içine enjeksiyon yapılabileceği gibi ağızdan ilaç almak da gerekebilir.
b. Orta-arka-panüveitlerde damla tedavisi tek başına genellikle yeterli olmaz çünkü damlanın gözün arka tarafına geçişi sınırlıdır. Bu tür üveitlerde göz çevresine veya içine enjeksiyon ve/veya ağıdan alınan ilaçlar daha etkilidir. Ağızdan alınacak ilaçların yan etkilerinin kişiyi olumsuz etkileyeceği düşünülüyorsa genellikle göz enjeksiyonları tercih edilir çünkü bunların vücuda yan etkileri çok daha azdır.
Göz içi enjeksiyonlara ayrı bir parantez açmak gerekir. Bunların çoğunu kortizonlu ilaçlarla yapılan enjeksiyonlar oluşturur. Bu tür ilaçlar genellikle vücudun kendiyle savaş halinde olduğu üveit tiplerinde kullanılır. Amaç o bölgedeki savunma hücrelerini baskılayarak dokulara zarar vermesini engellemektir. Bu enjeksiyonlar genellikle göz damla ile uyuşturulduktan sonra yapılır. Hastalar çoğu zaman acı hissetmezler. Enjeksiyon yapılırken, tüm önlemlere rağmen, damara temas edilmesi durumunda göz içine veya dışına kanamalar meydana gelebilir. Dışarıdan görülen kanamaların hastaya bir zararı yoktur ve zamanla kaybolur. Göz içine meydana gelen kanamalar da çoğu zaman kendiliğinden çekilir, nadiren çekilmeyen kanamalar için ameliyat gerekebilir. Göz tansiyonu ve katarakt bu enjeksiyonların diğer yan etkileridir. Enfeksiyon ise nadir görülen komplikasyonlardandır ve riski yaklaşık 1/1000 (binde bir) civarındadır.
Üveit gözümüzün uvea tabakasının iltihabıdır. İltihap sadece gözde sınırlı olabileceği gibi vücudun diğer organlarını da etkileyebilir. Üveitin birçok nedeni vardır ve tedavide altta yatan nedenin bulunması kritik öneme sahiptir. Bazen tanı tedaviye verilen cevaba göre konulur ve tedavi esnasında köklü değişiklikler gerekebilir. Vücudun kendiyle savaşmasının neden olduğu üveit tiplerinde hastalık ataklar halinde seyredebilir veya hiç tekrarlamayabilir. Tedavi esnasında hekimin tedavi şemasına uyum ve özellikle kortizonlu ilaçların ani kesilmemesi kritik öneme sahiptir.